Eğer ki öz karakter bilincimizi unutarak yan rollerimize tutsak bir yaşam sürüyorsak bunun çılgınca bir fikir olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü yan rollerimiz sadece ana karakterimizin inşaasına bir süreliğine destek olan taşıyıcı yan direklerdir. En önemlisi ana gövdenin, yani ana karakterin gücüdür, çünkü yan direkler (persona: maske, rol) bir gün olmayabilir, kalıcı değildir hiç biri. Öyle ki ışıklar bir süreliğine bile kapansa, ‘sadece insanız’!
Bu nedenle de Platon( Eflatun)’un dediği gibi; “Sadece bir insan olduğunu bil.” Yoksa Hans Christian Andersen Masalında olduğu gibi, bir gün bir çocuk çıkar karşımıza ve çıplaklığımızı cesaretle haykırır suratımıza.
Bir varmış, bir yokmuş…
Kendini çok akıllı sanan bir kral yaşadığı ülkede, giyim kuşamdan başka bir şey düşünmezmiş. Günlerden bir gün komşu ülkenin kralı kendisini ziyaret etmek istediğini bildirmiş. Elbette ki, bizim kralın ilk aklına gelen yine ne giyeceği olmuş. Hemen adamlarını çağırtmış.
“Tüm dünyaya haber gönderin” demiş.
“Öyle bir elbise istiyorum ki, dünyada bir eşi benzeri daha olmasın. Bana böyle bir elbise dikecek terziyi zengin edeceğim. Misafirlerimi karşılarken törende bu elbiseyi giyeceğim.”
Kısa bir süre sonra, haber dört bir yana yayılmış.
En iyi terziler, ellerindeki kumaşlarla, saraya gelmişler. Hepsi yapacaklarını krala anlatıyor ama kral anlatılanlardan hiç birini beğenmiyor;
“Çok daha güzel olmalı !” diye bağırıp duruyormuş.
Sonunda çok genç bir terzi çıkmış kralın karşısına.
“Sen ne getirdin bakalım” diye sormuş kibirli kral. Terzinin genç ve tecrübesiz duruşu Kral’ın umudunu kırmış.
“Benim getirdiğim çok özel sevgili kralım” demiş genç terzi. Size öyle özel bir kumaş dokuyup, öyle bir elbise dikeceğim ki, sizden önce kimse böyle bir elbiseyi giymemiş olacak. Ancak bir şartım var, giysiyi bitirene kadar işime hiç kimse karışmayacak.”
Kral aradığını bulmuş olabileceğinin sevinciyle kabul etmiş bu şartı. Hemen iki kese altın verip; ”çabuk ol o zaman!” diye emretmiş törene yetiştir.
Genç terzi hemen başlamış çalışmaya. Ertesi gün iki kese altın daha istemiş kraldan. Kral hiç itiraz etmeden vermiş altınlarını.
Aradan günler geçtikçe, kral genç terzinin dokuduğunu söylediği kumaşı merak etmiş. Sonunda dayanamayıp, çalıştığı odaya girmiş. Genç terzi tezgahın başında harıl harıl çalışıyormuş.
Kral sessizce bir süre izlemiş ve ortada bir şey göremeyince öfkeyle; ”Demek bunca zamandır boş oturdun ha!” diye kükremiş. ”Kese kese altınları ben boşuna mı verdim sana!”
Terzi sakin ve kendinden emin; “Saygıdeğer kralım” demiş. “Bu kumaşı sadece akıllı insanlar
görebilir. Bakın ne kadar da güzel oldu öyle değil mi?”
Kral bir anda afallamış ne diyeceğini şaşırmış. Aptallığı da kabul edecek değil ya; ”Evet, evet çok güzel” demiş.
Kralın elbisesi şehirde kulaktan kulağa dolaşır olmuş. Sadece akıllılar görebiliyormuş!
İnsanların merakı bunu duydukça daha artmış tabi.
Sonunda tören günü gelmiş çatmış..
Tüm hazırıklar bitmiş, halk meydanda toplanmış.
Terzi kralı hazırlamaya başlamış ve gerçekten varmış gibi üzerine bir elbise giydirmiş.
Sonrada karşısına geçip; “Çok şık oldunuz efendim” demiş. ”Muhteşemsiniz.”
Kral genç terzinin bu iltifatları karşısında, aynada gördüğü çıplak bedene hiç aldırmadan;
“Eline sağlık, gerçekten çok güzel olmuş” demiş. Kral sözde yeni elbiseleri ile çıkmış saraydan. Dışarda toplanan ve kralı çıplak görünce halk çok şaşırmış. Ama kimse cesaret edip krala gerçeği söyleyememiş.
Birden kalabalığın içinden küçük bir çocuk haykırmış; ”Kral çıplak!!!”
