
Bedenimizi, duygularımızı, oluş durumlarımızı iyileştirmek hatta kabullenmek bile bize zor geliyor. Acımız bize ağır geldiği için korkuyor ve sürekli kendimizden kaçıyoruz. Ya da suçluyu hep uzaklarda bir yerlerde arıyoruz (!)
Bu durum ne yazık ki içinde yaşadığımız toplumun en tanımlayıcı ve belirgin özelliklerinden biri.
Peki soruyorum; ‘kendimizden kaçtığımız sürece içimizdeki acıyı nasıl iyileştireceğiz?’
Kendi içimize, acılarımıza, yaralarımıza bakmaktan artık kaçınmamalıyız. Eğer önce kendimizde öz saygıyı yapılandırmaz, oluş durumlarımızı farkındalık ile gözlemlemez ve sevgiyle içsel bir barış imzalamasaksak nasıl iyileşebiliriz!
En sevdiklerimize, mavi yeşil gezegenimize nasıl daha iyi bakabiliriz ki? Tabiat Ana’ya, yarınlarımıza ve bütünlüğümüze nasıl sahip çıkıp koruruz?
Bize ihtiyacı olmayan ancak bizim ihtiyaç duyduğumuz Tabiat Ana’nın bizi besleme ve şifalandırma kudreti var, ancak biz ondan da kaçıyoruz, hatta bununla da kalmıyor Ona kendimize verdiğimiz gibi zarar veriyor ve daha ötesine de geçerek yok ediyoruz.
Hızla tüketim çağı içinde yaşayan bizler, kendimizden, koşulsuz sevginin köklerinden, ailemizden ve doğadan kaçmak konusunda günden güne ne yazık ki daha da ustalaşıyoruz.
Oysa değişimin başladığı yer “kabul”dür.
Bir devrime ihtiyacımız var!
Nazik bir d’evrime,
BİReysel uyanışa…
✍🏻©️ Evren’den