Yalnızlık Salgını

Suhal Eriş yazdı.

KORONA VİRÜS ÖNCESİ  (kVÖ)

Yıllar nasıl da geçti. Yazdım, karaladım, bıraktım sonra tekrar kaleme sarıldım ama yazdıklarımı bir türlü bir araya getiremedim. Hep erteledim, hep ‘Yarın’ dedim…

Erteleme, 2020’nin Ocak ayında, çok uzaklarda ortaya çıkan ve bir anda yayılarak dünyayı kasıp kavuran ‘korona virüs’ hepimizi etkileyen bir kargaşaya dönüşünceye kadar devam etti. 

Virüs haberlerinin yarım kulakla dinlenip önemsenmediği günler hızla geçti, Türkiye’de de ilk can kaybının duyulduğu 18 Mart 2020 Çarşamba gününe gelindi. Felaketin adının korona virüs ve bulaşıcı olduğunu yeni fark etmiştik ki, iletişim araçlarındaki virüs haber bombardımanı ile birlikte hastanelerdeki doktor, hemşire ve diğer sağlık personelinin aşırı titizliğini ve telaşını görünce durumun ciddiyetini anladık. 

Türkiye genelinde, tüm yazılı ve görsel basın, kısa süre sonra Sağlık Bakanlığı’nın duyurularını yaymaya başladı. Sanal dünya da panik halinde bu bilgileri paylaşarak, biraz da üzerine ekleyerek telaşa katkı sağladı. Mümkün olduğunca kimseyle temas etmemeye, sokağa çıkmamaya çalışırken, 21 Mart’ta açıklanan 65 yaş üstü vatandaşların sokağa çıkmasının ve   sonrasında bu sürece 20 yaş altının dahil edilmesi ile hafta sonundaki iki günün de yasaklandığı kararı; evlerde, sokakta, dağda taşta, yerde gökte yankılandı. Zamanı bile unutup evlerde yalnızlığa direnirken daha çok düşünmeye, geçmişi hatırlamaya ve geleceğe ait zorlama hayaller kurmaya başladık. Ben de bu düşünceleri yazıya dökerek süreçte bir tuzum olsun istedim.

Öncellikle geçmişe dalarak; hayata tutunma çabalarımı,  günah ve sevaplarımı,  biriktirdiğim dostları, anı yaşarken sahiplendiğim hatıraları, teknolojiye uzak durmanın ve buna direnmenin boş bir çaba olduğunu anladım.

KOCA DÜNYA PARMAKLARIN UCUNDA

Son 40 yılda, şehirleşmenin yoğunlaşması, sanayileşmenin artması ve teknolojinin yayılması ile birlikte; Dünya, tuşlara dokunan parmakların ucuna sığmış ve insanlar yalnızlaşmaya başlamıştı.

Sanayinin gelişmesine bağlı olarak ekonomik gelir düzeyleri yüksek ve düşük toplum katmaları arasında büyük farkların oluşması nedeniyle ihtiyaç sahibi insanların sayısı bir hayli artmıştı. Bunun sonucunda da ekonomik geliri güçlü bireyler, diğerlerinden uzaklaşma yolunu seçmiş, farkında olmadan yalnız kalmaya ve kendilerini kapatmaya gönüllü bir şekilde razı olmuş, teknolojisi üstün iletişim araçlarıyla (telefon, tablet, bilgisayar vb)  yeni dostluklar aramaya başlamıştı.

Sanayi ve ekonomik değişmelerin emeğe talebi artırmasıyla, evlerde anne babaların çalışmak zorunda kalmaları; eşlerin birbirleriyle, çocukların ebeveynleri ile aralarına mesafe girmesine neden oldu. Ebeveynler çocuklarıyla, büyükler torunlarıyla,  akrabalar birbirleriyle, ya özel günlerde, bayramlarda görüştüler ya da iletişim araçlarıyla irtibat kurdular. Arkadaşlıklar ve dostluklar üzerine görüşmeler yapsalar da çoğunlukla salgın halinde yayılan ve bağımlılık yapan iletişim araçlarını daha çok tercih ettiler. 40 yaş ve üstündekiler, başta bu duruma üzülseler ve eleştirseler de zamanla onlar da teknoloji, sanayi ve ekonomik değişim karşısında alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kaldılar.

Tüm bu gelişmeler ve değişmeler nedeniyle akraba, arkadaş ve toplum ile yüz yüze iletişim azalırken, ihtiyaç duyduğu her şeyi, ellerindeki tablet, bilgisayar ve telefon üzerinden internet aracılığıyla elde ettiklerini görenler, insanlara artık fazla ihtiyaç kalmadığı düşüncesini bilinçaltlarına yavaş yavaş işlediklerinin farkında bile değillerdi. 

İnsanlar birbirlerinden uzaklaştıkça mazeret aramaya veya mazeretler üretmeye başladılar. Ebeveynler çocuklarının, çocuklar büyüklerinin olumlu yönlerini öne çıkaracakları yerde, taleplerine olumsuz yanıt verenlerin her halinde her tavrında kusur arar oldular. Bir yandan bu kusurlar bahane edilerek bir yandan da çıkar ilişkilerinin zedelenmesi sonucu, akraba ve dostlarından uzaklaştılar ve yalnızlığa alıştılar.

Çocuklar da daha anne karnındayken anne veya babasının elindeki telefon, tablet ya da bilgisayarların tıklarını hissetmiş, insan sesini nadiren duyar olmuştu. İki üç yaşında tablet ve telefonla kaynaştılar. Akıllı cihazları kullanma becerilerine bağlı olarak da ‘mucize bebekler’ olarak görülüp kutsandılar. Böylece Onlar da yalnızlığa hazır hale getirildiler. . 

Sürecin farkına varan bilim insanları ve 40 yaş üstündeki büyükler, teknoloji salgınının insanları yalnızlaştırdığına ve toplumsal yaşamda büyük tahribata yol açacağına dikkat çekerek tedbir paketleri açıklamaya henüz yeni başlamışlardı ki……

KORONA VİRÜS SONRASI (kVS) DÖNEMİ 

Teknoloji salgını, yalnızlaşma, sosyal yaşamın zayıflaması, çıkar ilişkilerinin artması ve de insanların birbirlerinden uzaklaşması derken…

Salgın yaklaşık bir ay sonra diğer ülkelere de yayılmaya ve can almaya başlayınca, parmaklarının ucunda dünyayı takip eden insanların evlerinde kaygı başladı. Yıllar önce veba, sıtma, sars, kolera, AIDS, kuş gribi, domuz gribi salgınlarına tanık olan insanlık, dünyanın her köşesinde “korona virüs” adlı yeni bir salgınla tanışmak zorunda kaldı.

Oysa başımızda yeterince salgın vardı zaten. Her yere, her konuya parmak uçlarıyla ulaştıran SANAL DÜNYADA YAŞAMA BAĞIMLILIĞI (Internet, telefon, tablet, bilgisayar); daha fazla çok daha fazla harcamayı özendiren TÜKETİM SALGINI, kadim dostlukları eriten, giderek de ortadan kaldıran ÇIKAR İLİŞKİLERİ SALGINI gibi musibetlerin aşısı ve ilacı bulunmamışken, insanlar birbirlerini aile içinde dahi göremezken, KORANA VİRÜS diye bir salgının zamanı mıydı şimdi?…

Korona virüs adlı salgına karşı en birincil tedbirler sayılırken yayılmayı önleme amacıyla kullanılan kelimeler de söz dağarcığımıza yerleşti. “Sosyal mesafe, izolasyon, evde kal, yalnız kal, kimseyle görüşme, temas etme, zirve, su, sabun, dezenfektan vb. kelimeler ile “Dostlarınızı ziyaret etmeyin, telefonlarla görüntülü görüşün, teknolojiden yararlanın, size maske için kod gönderilecek, internetten başvurun vb” kısa cümleler ile öncelikle 5 yaş üstü çocuklara ve yetişkinlere yalnızlaşmanın faydaları anlatılıyor, kendine kapanmanın hayat kurtaracağı insanların beynine nakşediliyordu. 

Ayni mahallede, aynı apartmanda veya aynı sitede oturanlar, birkaç ay öncesine kadar senli benli oldukları yaşam tarzından kopmaya başladı. Çocuklar, anne babalar birbirlerine ihtiyaçlarının olup olmadığını sormaya çekinir oldu. İhtiyaçları olursa getirdikleri paketlerden, yiyecek, içecek veya giyeceklerden ‘virüs bulaşır’ korkusu, bedenlerin birbirinden uzaklaşmasını tetikledi. Süreç uzadıkça da bu davranışların olağan olduğu düşüncesi zihinlere yerleşti.  

Toplumsal ilişkilerin sınırlandırılmasının yanı sıra aile içi iletişimin de kopması, birbirinden uzak durulması, araya mesafe konulması gerektiği;  yazılı ve görsel basın ile sanal alemde o kadar çok vurgulandı ki insanlar, hijyen kurallarına, dezenfekteye, elleri sabunla yıkama uyarılarına harfiyen uysalar da birbirinden en az bir-iki metre uzakta kalmaya, konuşmamaya hatta odalarını ayırmaya kadar varan radikal davranışlar geliştirdi. Yürürken tanıdık birisiyle karşılaşıldığında yolların değiştirildiği, hapşıranlara yüreklerdeki ‘bulaşma’ korkusuyla ‘Çok yaşa’ denilmediği, bunun yerine oradan uzaklaşıldığı; çocukların, torunların, gençlerin, arkadaş ve dost ilişkilerinin azaldığı ve yalnızlaşmanın davranış biçimi haline gelmeye başladığı bir dönemden geçiyoruz.

Dünya genelinde hastalığa yakalananların ve korona virüse karşı mücadeleye yenik düşenlerin sayısının artması, insanlarda ‘yalnızlaşmak zorunda oldukları inancını’ yaygınlaştırdı.

Öte yandan bir dostumun, “Virüs şüphesiyle hastaneye gittiğimi kimseye söyleyemedim. Çevremden yardım isteyemedim hatta test sonucum negatif çıkmasına rağmen bunu çocuklarımla ve akrabalarımla paylaşamadım. İletişim araçlarıyla yapabildiğim görüşmelerle yetindim’’ yakınmaları, durumun ne kadar zor olduğunu anlatmaya yetiyordu. Bu tür davranışların olağan bir tavır haline gelmesi daha da vahim bir durumdu elbette…

Yukarıdaki değerlendirmeler ile birlikte; sosyal izolasyon ve sosyal mesafe kaygısıyla, annesini, evlatlarını, torunlarını haftalarca göremeyen, uzaktan sevmekle yetinmek zorunda kalan, eş, dost, akraba, arkadaşlarıyla sadece telefonla ya da sosyal medya aracılığıyla görüşebilen birisi olarak ‘Yalnızlaşma tehlikesinin farkına varmalıyız’ diyorum. 

VİRÜS SONRASI (VS) DÖNEMİNE HAZIRLIK

Dünyada çeşitli zamanlarda ortaya çıkan savaşlar, tabi afetler ve salgınlar,  ülkelerin kültürlerinde ve sosyal yaşamlarında köklü değişikliklere sebep olmuştur. Daha çok bireyselleşme şeklinde kendini gösteren bu değişim, sosyal ve ekonomik diğer sebeplerle birlikte ülkemizde de geleneksel insan ilişkilerinde sarsıntıya yol açmıştır. 

Bu durum, er veya geç bitecek olan korona sonrasında ağırlığını daha fazla hissettirecek, sadece kendini ve ailesini düşünen bireyselleşmeyi hızlandıracak, toplumsal travmayı artıracaktır. Şu anda hastalığın günlük yaşamdaki tahribatını azaltmaya yönelik yardım kampanyalarına yoğun katılım olsa da gelecek günlerde bu dayanışma etkisini azaltabilir. Bu nedenle salgından sonra sosyal yaşantıda oluşacak olumsuz kültürel değişimin önüne geçilmesi ve yalnızlaşmanın salgın haline gelmesini önlemek için şimdiden iç düşüncelerimizi ve iletişim alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. 

ETKİYİ AZALTMAK  MÜMKÜN  

Virüs kapma endişesiyle insanların birbirleriyle görüşmekten kaçındığı bir dönemde, büyüklerinden ve arkadaşlarından uzaklaştırdığımız, sokağa çıkaramadığımız, oyuncaklarına bile dokunmalarının dezenfekte gerektirdiğine inandırdığımız çocukları ve gençleri, gelecekte korku ve yalnızlık fobisi beklemektedir. En az virüs kadar tehlikeli bir salgın olan sosyolojik – psikolojik kaygı bozukluğunun sorun haline gelmesinin önlenebilmesi, gelecekte insanlarımızın psikolojik, sosyal ve kültürel tahribatına yol açmasının engellenmesi amacıyla siz de  birtakım tedbir ve uygulamaları hayata geçirilebilirsiniz.…

Virüsün etkisini tamamen yitirmesini beklemeden hemen şimdi mevcut şartlardaki iletişim araçlarını kullanarak tüm büyükleriniz, akraba, dost, arkadaş ve komşularınızı ile hatırlayabilir, onların sizi aramasını beklemeden harekete geçebilirsiniz. Siz önderlik yaparak;

  1. Karşınızdaki kişiden hiçbir beklentiniz olmadan  “Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar’’ gibi selamlama kelimelerini sıkça kullanarak hatırlarını, nasıl olduklarını, ihtiyaçlarının olup olmadığını sorunuz.
  2. Sahip olduğunuz arkadaşlarınızın bugüne kadar eksik, zaaf ve de beğenmediğiniz yönlerini unutarak onları olduğu gibi kabul ederek sevginizi gösteriniz. Onları merak ettiğinizi hissettiriniz.
  3. Çocuklarınızdan beklentilerinizi yüksek tutmadan hatta hiç beklentinizin olmadığını kendinize inandırarak onların aramasını beklemeden yaptığınız aramalarda öncelikle sevginizi gösteririniz.
  4. Bu zor zamanlarda, mecburiyetten de olsa evde eşinizle baş başa kalmayı avantaja çevirerek; anlaşmazlıklarınızı, huzursuzlukları öne çıkarmak yerine, yaşadığınız o güzel günleri hatırlamayı, sevgi sözcüklerini sıkça kullanmayı önceleyiniz.
  5. Bugüne kadar çeşitli sebeplerle önceliğimizin isteklerimizin peşinden koşmak olduğunu hatırlayarak sahip olduklarınızla yetinmeyi, fazlasının sağlık, akraba, arkadaş, dost ve nefes olmadan hiçbir işe yaramadığını hatırlayarak şimdiden kendinize ve çevrenize zaman ayırmanızı, onlarla kısa bir gelecek sonunda daha çok zaman geçirmeye dönük planlar yapmanızı öneririm.
  6. İnsan hayatını kolaylaştıran ve mutluluğu artıran sihirli üç sözcüğün  ‘Teşekkür ederim, lütfen, özür dilerim’ ifadelerinin kapsamını biraz daha genişleterek “sevgi, nezaket, zarafet…” sözcüklerini daha çok kullanınız.
  7. Yaşınız ne olursa olsun, sivil toplum kuruluşlarının en az birinde görev almayı gerçekleştiriniz
  8. Amacınız ne olursa olsun; öncelliğinizin daha çok maddi kazanç biriktirmek yerine dostlar biriktirmek olduğunu unutmayınız ve bunu kendinize hedef seçiniz.
  9. Önümüzdeki yıllarda yeni dostlukların kolay oluşamayacağını, yalnızlaşmanın virüs gibi yayılacağını göz önüne alarak mevcut dost ve akrabalarınızı kaybetmemeye özen gösteriniz.
  10. Eşyaları sevmek yerine kullanmayı, insanları hep sevmeyi tercih ediniz.
  11. “Zarafetin göze batmak değil akılda kalmak olduğunu”, unutmadan akılda kalacak söz davranışları sergilemek amacıyla daha çok okuyunuz.
  12. Bilgi, beceri ve diğer tecrübelerinizi pek çok bedel ödeyerek elde etmiş olsanız da kazandıklarınızı çevrenize bedelsiz aktarmanın mutluluğunu yakalayınız. Böylece salgının yol açtığı yalnızlıktan kurtulmaya katkı sağlayınız.

İnsanların virüs kapma endişesiyle birbirleriyle görüşmekten kaçındığı bir dönemde, büyüklerinden ve arkadaşlarından uzaklaştırdığımız, sokağa çıkarmadığımız, oyuncaklarına bile dokunmalarının dezenfekte gerektirdiğine inandırdığımız çocukları ve gençleri gelecekte korku, yalnızlık fobisi beklemektedir. En az virüs kadar tehlikeli bir salgın olan sosyolojik – psikolojik kaygı bozukluğunun sorun haline gelmesinin önlenebilmesi, gelecekte insanlarımızın psikolojik, sosyal ve kültürel tahribatına yol açmasının engellenmesi amacıyla siz de  birtakım tedbir ve uygulamaları hayata geçirilebilirsiniz.…

Yukarıda özetlenmeye çalışılan tavır ve davranışların; “Salgın sonrasında yaşanacak toplumsal travmanın azaltılmasına katkı sağlayacak, sosyal ilişkileri geliştirecek, yardımlaşma ve dayanışma içinde birlikte yaşama kültürünü zenginleştirecek davranışların, salgının sosyal yaşamda yol açacağı tahribatın azaltılmasına hizmet edeceği” inancıyla tüm akraba, dost, arkadaş ve insanlığa sevgi dolu selamlarımı sunuyor, sağlıklı günler diliyorum.  

                                                                              Suhal ERİŞ                                            İzmir/ 01 Mayıs 2020

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s