Mutlu Beyin

Bu yazımda, bir kitaptan bahsedeceğim. Keyifle okuduğum hatta bir kaç kez geri dönerek bazı bölümleri tekrar tekrar okuduğum bir kitap. Loretta Graizano Breuning tarafından yazılmış.

Doğa ana, bize yapmamızı istediği sıkıcı ve yorucu işler için bazı ödüller vermiş. Hayatta kalmak içinde bazı uyarıcılar. Bizim hayatımızı yöneten en önemli motorlar bunlar. Çok etkili itici güçler…

Savaş ya da Kaç!

Bundan binlerce yıl önce atalarımız Aslan’la karşılaştı. Kendisinden daha güçlü ve hızlı bu yırtıcıya karşı kaçması gerektiğinin bilincine vardı. Hani konuşurken “Yüreğim ağzıma geldi” deriz ya! İşte o zamanlardan kalan bir duygu bu. Kalbimiz hızla çarpmaya başlar, daha sık nefes alırız. Kaslarımız gerilir. Aslında bu vücudumuzu muhtemel büyük bir savaşa hazırlar ya da tabanları hızla yağlayıp en yakındaki ağaca tırmanmamızı sağlar. Elbette bu alarm sayesinde hayatta kalan atalarımızın genleri bize kadar aktarıldı, kaçamayanlar aslanlar tarafından elendi.

Ama günümüzde, patrondan azar işittiğimizde, trafikte biri direksiyonunu önümüze kırdığında neredeyse ona çarpacak duruma geldiğimizde benzer bir alarm mekanizması çalışıyor. Fakat gerçekte aslanlar kadar büyük bir risk değil bu.

Buna hayat pahalılığı, kalabalık, gürültü, rekabet gibi faktörler girdiğinde yüreğimiz ağzımıza gelmese de bizi sürekli kaygılandıran bir başka hormonal mekanizma çalışıyor. Ama hiçbiri hayati bir risk taşımıyor. Aslanlarla karşılaşmıyoruz. Ama vücudumuz aslanlarla karşılaşacağını sanıyor. Kaygılarımız atalarımızı hayatta tuttu ama bizi derin bir mutsuzluğa doğru itiyor.

***

Acılardan yumaklar ördüm kendime

Kendimizin ve çevremizdeki insanların kaygılı olmaya daha eğilimli olduğunu farketmişizdir. Rahat olan atalarımız yukarıda anlattığım meka-nizma ile elimine oldular. Aslanlar ve hayatı tehdit eden diğer durumlar günlük hayatlarının içindeydi. Ama yerleşik düzen ve kentleşme ile bu hayati riskler ortadan kalktı ve gündelik hayatın sıradan stres faktörleri başka bir şekilde hayatımıza girdi. Ancak alarm mekanizması devam ediyor ve bu bizi kaygılı bireyler yaptı.

İyi bir habere inanmak konusunda her zaman kuşkulu ama kötü bir habere ya da felaket haberine karşı ise daha ilgiliyiz. Yalan olduğunu bile bile hemen inanırız. Çünkü bu olasılıkları tahmin etmek atalarımızı hayatta tutmuştu. Dedikoduların hep kötüsüne inanmaya eğilimliyizdir. Dilin gelişimi bile dedikodu sebebiyle oluştu diye bir teori var. Topluluğun içinde olan bitenleri öğrenmek için. Kim liderliğe oynuyor, ne zaman kavga kopacak, kimin yanında yer almalıyım ve hayatta kalmalıyım, aşağı ırmak yatağında aslanlar varmış, Mahmut’u ve Halime’yi onlar yemiş…

İlginç olan kısmı ise, acılardan ve kaygılardan garip bir şekilde haz duyduğumuzdur. Bir çeşit bağımlılık gibi, acı zevk verir ve daha fazla zevk alabilmek için acı ve kaygıları derinleştiririz. Kendimizi bir girdabın içine sokar ve en dibe inene kadar bu girdabı körükleriz. En dipte olmanın verdiği hüzün ve tatlı bir keyif vardır. İşte bunun kimyasal bir mekanizması da var. Bunu anlatarak başlıyor kitap.

Haz Merkezi

Beynimizin yan tarafında bir zeytin çekirdeği büyüklüğünde bulunan haz merkezi ise, mutluluğa doğru koşmamızı sağlayan dört önemli kimyasal maddenin salgılanmasından sorumlu. Bu kimyasal maddelere karşı beyin kolayca bağımlı hale gelebiliyor. Yani mutluluk bir bağımlılık türü olabilir. Tıpkı kaygı ve acı gibi. Garip bir şekilde acının haz verdiğini ve daha çok acıyı deneyimlemeye çalıştığımızı anlatmıştım. Beyin bu haz duygusuna karşı bağımlı oluyor.

Yani mutluluk bağımlılık yapan bir durum. Yazar, mutluluk yolunda atacağımız adımların, yaklaşımların başta sıkıcı gelse de 45 gün düzenli olarak tekrarlandığında sağlam bir yola dönüştüğünü anlatıyor. Yani mutluluk öğrenilebilir ve kalıcı hale getirilebilir.

Uyuşturucu ve kumar

Üremek, sosyal olarak kabul görmek gibi duygular, doğa anamız tarafından ödüllendirilmiş. Bu sayede bir toplum içinde yaşıyor, o toplumun daha iyi olması için kurallara uyuyor, hatta o toplumlara liderlik etmek için mücadele ediyoruz. Üremek gibi aslında sıkıcı bir işi ve sonunda yıllarca bize bağımlı olan insan yavrularını yetiştirmek gibi zahmetli bir işi üstleniyor ve bundan da büyük bir haz duyuyoruz. Bu haz duygusu olmasaydı kimse bu işlerle uğraşmazdı inanın. Ama bizi mutlu eden kimyasallar sayesinde bu duygulara bağımlı oluyoruz. Aynı kimyasallar uyuşturucu kullanıldığında, kumar oynandığında da salgılanıyor. Bazı kişilik yapılarında (belki de bu kişilik yapılarının oluşması sırasında salgılanan kimyasallar ile şekillenmiş olan nöronlar ve genetik yatkınlık yüzünden) bu gibi zararlı alışkanlıklara eğilimli oluyor. Kaygılı olmak gibi bu da atalarımızdan kalan kötü miraslardan biri.

Bağımlılıkların en güzeli

İşin ilginç yanı beynimize bir filarmoni orkestrasının en muhteşem eserlerini çaldıran bizi mutlu eden bu kimyasallardan dördünün birden patlarcasına salgılanmasını sağlayan bir durum var: Aşk. Belki de bağımlılıkların en güzeli.

Sağlıkla kalın, aşkla kalın.

————-

Prof. Dr. Gökhan Akbulut, FEBS

Genel Cerrahi Uzmanı

Kanser Cerrahisi, Gastrointestinal Cerrahi

Bu yazı İzmir Gazetesi’nde 5 Şubat 2020 tarihinde yayınlanmıştır

https://www.izmirgazetesi.com.tr/mutlu-beyin-bir-kitap-incelemesi-makale,166.html

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s