ABD’de her yıl iki milyon sokak köpeği ölüme terk edilir. Önce sahiplenen biri çıkar umuduyla barınaklara alınırlar.
Elbette sahiplenmek isteyen pek az insan çıkar.
Sonuçta pis, hastalıklı, eğitimsiz hayvanlardır.
Kimsenin bu köpekleri alarak temizleyecek, eğitecek zamanı olmaması yüzünden ölüme terk edilmek dışında bir çare kalmamaktadır.
Peki bu durumun alternatifi nedir ?
Bu köpekleri temizleyecek eğitecek zamanı olan bir grup insan olsaydı, kendilerine güzel bir yuva bulma şansları artardı.
Ölmek zorunda kalmazlardı.
Ama bu insanlar nereden bulunacaktı ?
Kim bu işleri bedavaya yapacaktı ?
Kimin bu kadar boş zamanı vardı ?
Aslında böyle bir yer vardı : Hapishaneler.
Hapisteki insanların bir yığın boş zamanı vardı. Bunun üzerine Massachussetts Ceza İnfaz Kurumu bir deney başlattı.
Don’t Throw Us Away ( Bizi Sokağa Atmayın ) adında bir hayır kurumuyla ortaklık yapıldı. Köpekleri eğitecek, onlara bakacak gönüllü mahkûmlar arandı.
Köpekler sekiz hafta boyunca mahkûmlarla aynı hücreyi paylaşacaktı.
Mahkûmlar köpekleri temiz tutacak, tüm ihtiyaçlarını karşılayacaktı.
Köpekleri besleyecek, dolaştıracaklardı.
Temel itaat eğitimini verecekler, böylece sekiz haftanın ardından köpekler bir yuva bulacaktı.
Ölmek zorunda kalmayacaklardı.
Sonuçlar umulandan da iyi çıktı.
Mahkûmlar hücrelerini bir köpekle paylaşmak için sabırsızlandı.
En acımasız suçular bile bastırılmış duygularını ifade etmeye başladı.
Diğer mahkûmlarla konuşamadıkları şeyleri köpeğine anlattı.
Hapishane yetkililerinin de tanık olduğu gibi, mahkûmlar yüreklerini açmaya, şevkat ve özen göstermeyi öğrenmeye başladı.
Ve olağanüstü bir şey yaşandı.
Mahkûmlar köpeklere yardımcı olurken, köpeklerin de mahkûmlara yardımcı olduğu anlaşıldı.
Bir mahkûm şöyle diyordu : “Hapishanede etrafınıza bir duvar örersiniz. Köpek, size koşulsuz güvenen sizin de koşulsuz güvenebileceğiniz bir canlıdır. O duvara artık ihtiyacınız kalmamıştır. ”
Dahası mahkûmlar terk edilmiş köpeklere özel bir sempati duyuyordu. Çünkü bu köpekler, onlardan bile zor bir hayat sürüyordu .
Bir başka mahkûm şöyle demişti : ” İçeri düştüğünüzde insanlar sizi unutur. Tıpkı köpekler gibi. İnsanlara yeniden güven duymayı öğrenmeleri gerekiyor.”
Ve mahkûmlar, bu uygulama sayesinde, ilk kez kuralların faydalı bir şey olduğunu görmüştü. Basit komutlara uymayı öğretmeleri durumunda, köpeklerin güzel bir yuva bulma şansı artacaktı.
Böylece köpeklerle birlikte mahkûmlar da kuralları öğrenmeye başladı.
Bir başka mahkûm şöyle demişti : ” Bu köpeklerin bazıları çok zor günler geçirmiş. Onlara daha güzel bir hayatın mümkün olduğunu göstermemiz gerek .”
Köpekler güzel bir yuva bulduğunda mahkûmlar sevinçten çılgına dönüyordu.
Adeta kendi çocuğunun mezuniyetine tanık oluyordu.
Bu süreç sonunda, mahkûmlar da farkında olmasa da, rehabilitasyon görüyordu. Sabretmeyi, sorumluluk almayı, güvenmeyi öğreniyordu.
Bir başka mahkûmda öyle demişti : ” Baba olmayı öğreniyirum. Eve döndüğümde ailemin bir parçası olabileceğim.”
Bu durum bana Neil Drossman imzalı bir reklam hatırlattı. Engelli insanları topluma kazandırmayı hedefleyen bir derneğin reklamıydı.
Reklamda tekerlekli sandalyedeki bir adam bir televizyon tamir ediyordu.
Fotoğrafın altında şöyle yazıyordu :
Burada bir insanı onaran bir televizyon görüyorsunuz.
Yaratıcı Körlük ve Tedavi Yolları/ Dave Trott