Araçlar mesajlarımızı nasıl dönüştürürler? Kendi araçlarımızın ne kadar farkındayız ? Onları ne kadar iyi anlıyoruz ve kullanıyoruz ?
Bu fikri ilk araştıranlar sürrealist sanatçılar oldu. Özellikle René Magritte’nin tabloları aracın mesajı nasıl dönüştürdüğünü anlamamızda derin bir etki yarattı. Magritte tablolarında, gözlemlediği bir şey üzerinde sanat üretmek yerine, çalıştığı tablonun ne olduğuna ve izleyici üstündeki gerçek etkisine kafa yoruyordu. Yine Magritte tablolarında, izleyicilerin kendisine sunulan illüzyondan şüphe duymalarını istiyordu.
Özellikle ” İmgelerin İhaneti” adlı tablosu altında ” Bu bir pipo değildir”, sözcükleri yazılarak, bir pipo resmiyle sergileniyor ve bir tablonun bir illüzyon olduğuna işaret ediyordu. Aslında bu şekilde tablonun dilini nasıl işlediğini ve fikirleri nasıl aktardığını anlamaya ve gözlemcilerin sanat biçimine dair önceden şartlanmış algılarına meydan okumaya çalışıyordu. Bir çiçek tablosunda mesele çicekler değildi, tablo aracıydı. Gelenekler, tarih, çerçeve, galeri ve bakan kişinin beklentileri önemliydi.
Magritte gibi sanatçılar araçlarını anladılar ve görsel bir şiir olan bilgiyi aktardılar. Bugün bombardımanına tutulduğumuz, bilginin aksine akılda kalıcı, kolay, anlaşılır bigiyi sundular.
İnsanların çoğu aracıyı asla analiz etmeyen pasif tüketiciydi. Sinemada halk kendini illüzyona kaptırıp, gösterinin tadını çıkarıyordu. Yaratıcı bir düşünür için ise asıl eğlenceli kısım, gösteriyi parçalara ayırmada ve filmi nasıl daha farklı bir şekilde yapılandırabileceklerini analiz etmede yatıyordu. Filmde;
“İlk ve son sahneler yer değiştirseydi ne olurdu?
Baş ve yan rollerdeki aktörler rollerini değiştirselerdi?
Ya sessiz film olsaydı ?” nasıl olurdu?
Yaşanan bazı olaylarda aslında böyleydi. Uzay mekiği Columbia’nın atmosfere girerken infilâk ederek birdenbire düşmesinin ve yedi mürettabatın olüm nedeni aslında kötü tasarlanmış bir power point sunumdu.
Birkaç gün önce fırlatma sırasında mekiğin kanadına bir strafor köpüğü parçası yapışmıştı. Columbia henüz Dünya’nın yorüngesindeyken, NASA mühendisleri araştırma sonuçlarını üstlerine gösterdiler. Köpük parçası o güne kadar test ettikleri her şeyden yüz kat daha büyüktü ve ciddi bir çatlağa neden olabilirdi. Ne yazık ki uyarılar power point sunumla iletildi ve üstler sunumun karşısından her şeyin yolunda olduğu düşüncesiyle ayrıldılar.
Görsel olarak baş döndürücü sunumlar bir hikaye anlatır, izleyicileri etki altına alır ve bilgiyi anlamlı, eğlenceli ve güzel kılarlar. Bu sunumda da NASA’nın karşı karşıya olduğu problemin boyutu gözden kaçırıldı ve sunum maddeleriyle dolu slaytta arada kaynadı.
Olayı daha sonra görsel bilgi sunumu konusunda araştırmalar yapan Yale Üniversitesi Profesörü Edward Tufte araştırdı ve formatta yer alan maddelere sıkıştırılmış karmaşık fikirlerin bilgiyi çarpıttığını farketti. Daha sonra olayı araştıran bağımsız bir kurul da aynı sonuca vararak ” Kıdemli bir yöneticinin bu power point slaytını okuyup bir ölüm- kalım tehdidinden bahsettiğini fark edememesini anlamak çok kolay” itirafında bulundu.
İşte çalışma ortamımız neresi olursa olsun her yer bizi belli şekilde çalışmaya ve düşünmeye sevk ediyordu. Bunun ne kadar farkına varıp, kendi araçlarımızı ne kadar iyi anlarsak onları o kadar lehimize kullanabiliyorduk.
Ünlü medya kuramcısı Marshall McLuhan’ın söylediği gibi, yeni medya da insanla doğa arasındaki köprüler değil, doğanın kendisiydi.
Düzenlenmiştir.