İbn-i Sina’nın Kuşu

İbn-i Sina’nın Kuşu

Latince ismi Avicenne, asıl adı Ebu Ali Hüseyin bin Abdullah İbni Sina’dır.

O dönemki Fars coğrafyasının doğudaki uç noktası olan bugün ise Özbekistan sınırları içerisinde yer alan Buhara yakınlarındaki Afşan’da, 980 yılında dünyaya geldi. İslâm geleneğinin hâkimlerinin en olgun temsilcisidir ve Doğu İslâmının çıkardığı en büyük filozof olarak bilinir; Arapça ve Farsça kaleme aldığı eserler bilginin her alanını kapsar.

Aristoteles’in biyoloji kuramını, Hipokrat ve Gallienus’un Ortaçağa has ilkelerini bir araya getiren Kanun, yüzyıllar boyunca Avrupa ve Ortadoğu’daki tıp okullarında müfredatın temeli oldu. Dört kısımdan müteşekkil devasa ansiklopedisi Kitab-ul Şifa, ortaçağ düşüncesinin zirvesidir ve paradoksal bir şekilde, Aristoteles’in kendi eserlerinden önce Latinceye çevrilip okunarak, bu Filozofu batıya tanıtmıştır.

İbni Sina, ömründe, hem tabip hem de siyaset adamı olarak ün kazandı : Horosan’dan İsfahan’a uzanan bir coğrafyada pek çok hükümete hizmet etti; Büveyhoğulları beyi Şamsüdevle tarafından vezir yapıldı. Şaşayı, çöküşü, onuru, firarı, entrikaları, hapishaneyi tattı.

Hicri 428 yılının (1037 ) Ramazan ayında Hemedan da öldü.

İbni Sina’ya göre kuş ruhtur ve ruhun Tanrıya doğru göğe yükselmesi, göklerden göklere, şahlar şahının makamına çıkan kuşun yolculuğu gibidir.

İbni Sina kuşların ağzından konuşur : “Ey kardeşlerim bilin ki, bir grup avcı çölden çıktı. ağlarını gerdiler, kapanlarını kurdular, çalılar ardına saklandılar. Ben ise, kuş sürüsünün içindeydim.” Aslî Vahdeti arayan ruh, evvela bedenin tuzaklarına yakalanır; benzer şekilde kuşun kanatları da ağlara takılmıştır. Ama kuş kurtulur, bin zorluğu , bir, üç, beş tepeyi aşar, dokuzuncu göğe Yüce Şahın mekanı olan ülkeye kadar çıkar : Temaşa ettiğin Yüzdür güzelliği ile cömertliği ile bağışlayan Eldir. Ona yaklaşan yüce saadete erecektir; saklanan ise hem bu dünyayı, hem ötekini kaybedecektir.”

Kuş risalesinin önemli bazı çeşitlemeleri yapılmıştır; bunlar, bilhassa Aristoteles’ten sonraki ikinci üstat Ebû Hâmid Gazzâli ve İran felsefesinin “nuru” Şihabeddin Yahya Sühreverdi’ye aittir. Ancak, Kuşların Dili ile bu temaya en kâmil ifadesini kazandıran sufizmin en büyük mistik şairi Feridü’d -dîn Attâr’dır.

Kur’an’da Saba Melikesi’ne Süleyman’ın haberini ulaştıran Hüdhüd söz alır eserde ve kanatlı yoldaşlarını, bilinmez diyarlardaki padişahları Simurg’u, yani ismi ” otuz kuş ” anlamına gelen mistik kuşu bulmaya çağırır. Biraz tereddüt ettikten sonra bütün kuşlar bu kutsal yolculuğa katılır. Binlercesi, yıllar ve yıllar boyunca, dağları, uçurumları aşarlar; kimi yorgunluktan ölür; kimi okyanuslarda boğulur, kimi güneşte yanar, soğukta donar, bazen de birbirlerini öldürürler.

İstek Vadisi, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret ve Fakru fena vadisi olmak üzere 7 vadi aşarlar ve Nihayet yorgun argın amaca ulaşırlar. Fakat ancak otuz kişi kalmışlardır.

Simurg’un cemalinde dünyayı temaşa ederler, Simurg’un nur yüzünü dünyada tecelli etmiş görürler. Daha dikkatli bakınca otuz kuş, kendilerinin Simurg olduğunu, Simurg’un da otuz kuş olduğunu, Padişah kuşun ya da varlığın hakikâtinin her birinin içindeki hakikâtin aynası olduğunu idrak ederler.

Robert Maggiori

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s