Ebe, SOBE
Küçük Prens hikayesinde;
Bir sır vereyim mi dedi pilota çocukça bir ses ”küçülün güzellikleri görmek için”.
Bir anlığına bırakın zamanı, hedeflerin, aşırı hırsların olmadığı bir zamana kurun saatinizi…
Zamanınız mı yok yine yoksa…
Çocukluğumuz ayrı ayrı dile gelse; duyguları değişkenlik gösterse bile, ‘ne kadar sıkıcısınız’ derdi en başta sanırım.
Ve devam ederdi susmadan konuşmaya.
Çünkü o, o kadar süre sustu ki…
“En son beraber saklambaç oynuyorduk hatırladın mı, benden uzaklara gittin o anda. Sobelenmek de umrumda değildi , o nedenle arkandan ‘gitme, burdayım’ diye seslendim.
Hala uzaklarda ne arıyorsun, peki buldun mu hazineni, ya da mutluluk dediğin şeyi…
Ne bana çeviriyorsun yüzünü ne de seni beklerken gördüğüm asıl güzelliklere… Oysa ne kadar bütün ve mutluyduk bir’likte.
Sen beni görmesen de ben seni görüyorum hala; ‘Hastayım, yorgunum, şu işim de bir bitsin’ duyuyorum senden sürekli.
Bezgin bir yüz ifadesiyle genelde şikayettesin.
Hatta tek gözlü korsan gibisin, bir gözün hala kör… Hazineye dikmişsin açık gözünü, elinde hedef dürbünün… Oysa ben senin kapadığın gözdeyim… Beni görmediğin gibi, dışındaki çocukların da sana hatırlattıklarını görmemezlikten geliyorsun degil mi?
Dışarıda aradığın geçici mutluluk, hazine ya da her neyse, şeker tadında oysa bir süre sonra tadı gidecek.
Ya ben, ben… Bitmeyen şeker tadında gülümsüyorum hala ve hala… ‘Ebe ebe’ diyorum, sen ‘sobe’ demiyorsun…
Tek gözünle çarpa çarpa gemini yürüttüğünü görüyorum….Bir gün, ya da ‘şimdi’ hazinenin aslında dışarıda olmadığını ve diğer gözünün de aslında ‘kör’ olmadığını anlarsan ben bıraktığın yerde olacağım. “
Yaşamın içinde, gelmiş ve geçmişin birleştiği An’a, içimizdeki çocuğa kuralım zamanı.
İşte belki o zaman, kendi eksik parçamızın dürbünle bakacak kadar uzakta olmadığını da gecikmeden anlayabiliriz.
Ve Ebe, ‘Sobe’
Evren Balgöz